kelimesinin eş anlamı boş
- yazısız
- açık
- ifadesiz
- anlamsız
- şaşırmış
- tam
- görüntüsüz [tv
- boşluk
- yazısız kağıt
- boş kağıt
- boş numara
- hedef
- hedefin ortası
- çıkarmak
- silmek
- sayıyı önlemek [spor.
- serbest
- yoksun
- aç
- boşuna
- içeriksiz
- önemsiz
- boş kap
- boşalma
- boşaltmak
- boşalmak
- içini boşaltmak
- dökmek
- dökülmek
- içini çıkarmak
- tahliye etmek
- nafile
- beyhude
- kof
- delikli
- oyuk
- delik
- boşluktan gelen
- sahte
- yalan
- çökük
- çökmüş
- çukur
- boş bir şekilde
- tamamen
- bütünüyle
- oymak
- çukur açmak
- kazmak
- kullanılmayan
- başıboş
- yersiz
- gereksiz
- işsiz güçsüz
- aylak
- boşa geçen
- haylaz
- işe yaramaz
- işlemeyen
- çalışmayan
- tembel
- avare
- verimsiz
- boş durmak
- boşta olmak
- boşa harcamak
- rahat
- gündelik
- boş vakit
- uygun zaman
- acelesi olmama
- faydasız
- abes
- değersiz
- hükümsüz
- üzerine inşaat yapılmamış
- terkedilmiş
- sahipsiz
- varissiz
- dalgın
- bön
- akılsız
- gururlu
- kendini beğenmiş
- kibirli
- işsiz
- geçersiz
- boş yer
- eksiklik
- iptal
- geçersizlik
- hükümsüzlük
- boş bırakmak
- hükümsüz kılmak
- terketmek
- atmak
- iptal etmek
- geçersiz hale getirmek
- harap
- kasvetli
- sıkıcı
- boşa harcanan
- ekilmemiş
- atık
- artık
- kullanılmış
- boşa harcama
- israf
- sarfiyat
- boş arazi
- ekilmemiş toprak
- çöp
- döküntü
- değer kaybı
- boşa geçirmek
- israf etmek
- çarçur etmek
- harcamak
- heba etmek
- harap etmek
- tüketmek
- öldürmek [amer.
- bilgisiz
- havaî
- münhal
- yararsız
- içinde
- abur cubur
- berhava
- eli koynunda
- evinsiz
- fasarya
- fos
- gayrimeskûn
- güzaf
- hali
- havacıva
- havadan
- havaiyat
- haybe
- hiç
- kimsesiz
- manasız
- muattal
- safsata
- safsatacı
- tehi
- tekin
- tenha
- tıngır
- tıntın
- tırı vırı
- ucca
- vahi
- vala
- yâve
- zayi
- zırva
- zifos
- züğürt tesellisi
- boy bos
boş sıfat - Nedir?
- İçinde, üstünde hiç kimse veya hiçbir şey bulunmayan, dolu karşıtı
- "(Yaralı kaymakamla iki emir eri de boş kalan kompartımana rahatça yerleştiler.)" (A. Gündüz)
- Görevlisi olmayan (iş, görev), münhal.
- Yapılacak işi olmayan, işsiz.
- Yararsız, nafile
- "(Karamsar olmamak için ne kadar çırpınsak boş.)" (R. H. Karay)
- [zarf] İşsiz bir biçimde
- "(Boş oturmak, aylak durmak insanı çabuk çökertir.)" (H. Taner)
- [mecaz] Verimsiz.
- [mecaz] Anlamsız
- "(Babam, kuvvetli bir darbe yemiş gibi şaşkın, boş gözlerle bakakaldı.)" (O. Kemal)
- [mecaz] Habersiz, hazırlıksız
- "(Tatar dilencinin küfürlerine işte böyle boş yakalandım.)" (O. Pamuk)
- [mecaz] Bilgisiz
- "(Daha meselesiz, daha cahil, daha boş, daha yakışıklıydılar.)" (S. F. Abasıyanık)
- [mecaz] Bir işe yaramayan, yararsız
- "(Yaşlı başlı insanlarız dedi. Birbirimizi boş tesellilerle aldatacak değiliz.)" (R. N. Güntekin)
Eş Anlamlısı Nedir? Okunuş ile yazım açısından farklı ama anlamca aynı olan kelimelere eş anlamlı kelimeler denir. Anlamdaş kelimeler çoğu zaman birbirinin yerine tutabilir ve genellikle eş anlamlı kelimelerden biri yabancı kökenli olmaktadır